Günün köşe yazısı… Afşar Timuçin’in ardından

Türk edebiyatının önemli isimlerinden, şair, yazar, felsefeci ve çevirmen 26 Temmuz Cuma günü 84 yaşında yaşamını yitirdi. soL yazarı Asaf Güven Aksel bugün Afşar Temuçin anısına dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Yazısında Afşar Timuçin’in ardından aydın birikiminin eriyişini eleştiren Aksel, “Bir “tıfıl”la “dost” olan “büyük usta”dan kalır işte kocaman boşluk. “Bana ve bizim kuşağa bir şekilde boyut katmıştı” dedirtenin artık yokluğudur asıl yakıcı olan. Sahi, metafizik mi? Hayır kahrolası sistemin çoraklaştırdığı ülkenin, aydın birikiminin eriyişi.” ifadelerini kullandı.

Aydın birikimindeki eriyişe karşı seferberliğe çağıran Aksel, “Anmalar, yanmalar, tamam. Şimdi namlu gibi dosdoğru aydınlar, sanatçılar için seferberliğe! Yitenlerin anılarının, emeklerinin yakışığınca yenilenmesi, komünistlerin boynunun borcudur. Hiçbir şey boşuna değildi, yok öyle metafizik… Beyaz haritalara mor kalemle hiç görülmedik yepyeni kentler çizme zamanıdır, yırtılmak için yazılmış güzel şiirler karalamanın!” dedi.

soL yazarı Asaf Güven Aksel’in “Afşar Timuçin metafiziği” başlıklı yazısı şöyle:

“Tevellüt meselesi, artık böyle olacak belli ki. Çaresiz. Neredeyse her gün, eksile eksile, yana yana… Ziya Osman Saba der ya, “Ha üç gün önce, ha beş gün sonra… / Bir yaprak dökümüdür dört yandan / Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş / Bir sabah gazeteyi açarsın ki: Ölmüş!”

Gazeteden gördüğüne göre, sadece ölüm ayrılığı değil burada konu…. Öğüten, dağıtan dişliler… Neyse.

Öyle tuhaf ki, bir dostunun kötü haberini alıyorsun, biraz sızın diner umuduyla, bir ortak dostla paylaşmaya, dertleşmeye yelteniyorsun… Ararken tam, hatırlayıp irkiliyorsun ki, o da yok artık… Kalakalıyorsun, kendi içine katmerlenmiş olarak kapanıyorsun…

“Sonumuz nasıl olacak diye yorma kafanı / Umutsuzluk suçunu işlemek bize yasak” dizelerini yazanın ardından, böyle iç karartıcı lafa giriş hiç yakışmadı, bağışlayın…

Şair, edebiyatçı, düşünür, estet, felsefeci, politikacı gibi, hiçbiri de yanlış olmayan çeşitli sıfatlarıyla ele alan nice yazı sökün edecektir Afşar Timuçin’in ardından. Hak ettiğince olacaktır çoğu…

Muhtemelen, “Ben gidince geriye kalacaksınız benden / Her zaman böyle olur / Rüzgâr toz bulutları bırakır giderken” dizelerinde bilicilik gören, kimlerin kalacağını sayıp döktüğünde, “sistemin insanları”nın, tozların teşhirini fark eden, gösteren yazılar örneğin.

Şiirlerinden, romanlarından, incelemelerinden kolajlarla, kendisini anlattıran yazılar, örneğin.

Afşar Timuçin biyografisi ve yapıtları değerlendirilecek, hatta umarız ki, okunacaktır. Hiç değilse, bir komik kedi videosu alıp götürene kadar.

Ben, tamamen ilgisiz bir şey yazmayı yeğleyeceğim. Çünkü Afşar Timuçin’in artık fiziken aramızda olmaması değil kocaman bir boşluk yaratan. Bir daha Afşar Timuçin olmayacağını görmenin hüznü. Amma metafizik! Her insan tek ve… Ve…

Arada bahsederim, Bostancı’da tren istasyonunun hemen ardında “Kargalı” diye bilinen bir çay bahçesi vardı. Bölgenin bütün devrimcilerinin buluşma noktası. Bir gün orada yine Halit Abi sabiti mevcutluydu. Elimdeki kitaba takıldı gözü. Halit Abi, kaytan bıyıklıdır, eli maharetle çevrilen tespihlidir, ufak tefektir, ama nereden çıkıyorsa artık sesi çay bardağı zangırdatır bir “eski tüfek”tir. Aldı eline kitabı, evirdi çevirdi. Moda “entel”liğe gıcık. Hele de, nasıl volta atılacağını öğrettiği gençte görünce… “Gerçekçi Düşüncenin Kaynakları” diye homurdandı kitabın adını. “Sen bilmiyon mu lan düşüncenin kaynağını?” Zangır zangır. “Sen biliyon mu Abi?” Uzansam dokunacağım kadar canlı gözümün önünde. Tespihe bir tur daha attırırken, çivit mavisi tahta sandalyede bir ayağını altına aldı. “Biliyom tabii.” Sustu, birazdan âlemin sırrını faş edeceğinden, derin solukla gerilimi artırdı. “Beyin kaynağı, beyin!” Ne gülmesi, materyalizm zangır zangır. “Abi, “gerçekçi”… “İşte gerçek tabii, somut yani…”

Afşar Timuçin’e bir gün bunu aktardığımda, “haksız diyebilir misin adama” demiş, gülmemişti. Ama ben okumuş, “entel” panzehiriyle zenginleşmiş, Halit Abi’yi ciddiye alışıyla, birşeyleri kavramıştım.

Bu, şimdi, çok sıradan, önemsiz bir anı değil mi? Keşke alıntılardan kolajla bir yazı… Bakacağız…

Sevgili kardeşim Aptülkadir Elçioğlu (Aptülika) Afşar Timuçin’i anarken öyle bir cümle kurmuş ki, “Savaşçı Türküleri” kitabının fotosu altında:

“1980’li yılların başı ve Afşar Hoca’nın bu şiir kitabını almışım. Hatta bir süre sonra da imza gününe gidip imzalatmışım. Orada ‘Dostlara Dostça’ yazması beni şaşırtmıştı. Öyle ya yeni yetme tıfıl bir gençtim ve bu büyük ustanın ‘Dost’luğuna erişmiştim. (Bir imzalık da olsa)… Ama gene de Afşar Timuçin bana ve bizim kuşağa bir şekilde boyut katmıştı.”

Bir “tıfıl”la “dost” olan “büyük usta”dan kalır işte kocaman boşluk. “Bana ve bizim kuşağa bir şekilde boyut katmıştı” dedirtenin artık yokluğudur asıl yakıcı olan. Sahi, metafizik mi? Hayır kahrolası sistemin çoraklaştırdığı ülkenin, aydın birikiminin eriyişi.

“Bir şekilde” derken Aptülika, neyi kastediyor, sezgi düzeyinde. İşte o, biyografisinden, eserlerinden çıkmaz, öğrenilmez. O, küçücük anı parçalarındaki rolündedir. Bir tavla atışında. Bir Vedat Günyol sofrasındaki kadehte ve hardallı kereviz rendesindedir. Ataol’lu Erol Abi’li afiş maceralarında. Zırt pırt kapısını çalmadadır, oturup maçları konuşmakta… “Boyut katma!” Ancak bu kadar iyi tanımlanır, Afşar Timuçin’le bizim kuşağın ilişkisi. Boyutlanma, yüzeyselden çıkmadır, elle tutulurluktur. Daha ne yapsın?

Klişe vardır hani, “anlatılmaz, yaşanır” denir. Her eksilmede, tekrarlar oldum. “Bir şekilde…” Şimdi desem ki, Bilim ve Sanat, Yazko Edebiyat, Somut, Düşün, Felsefe Dergisi, İstanbul Sinema Günleri, Tüyap Kitap Fuarı, Bilsak… Şimdi desem ki, bütün bunlar bir dönem bir kuşağın nefes borularıydı, direnç mevzileriydi, “buradayız!” diklenmesiydi. 12 Eylül dijital gazete kupürü değildi ki… Tuhaf değil mi? Belki dokümanlarda öyledir. Bütün buralarda karşımıza çıkan, birlikte dövüşen, elimizi tutan ve o hercümerç içinde bile bize “boyut katan, incelten, öğreten” dostumuzdu Afşar Timuçin. Sonra sonra bağımız kişiselleşerek ilerlese de, bu bir ayrıcalık değildi.. “Herkesin bırakıp gittiği noktada” bile, göz kırpar, kalın boynuyla, “boşver, sen yürü” jestini umuda çevirirdi. Sanat ne, şiir ne, kentsoylu kim, felsefe neye lazım…

O zamanlar Marksizm-Leninizm diyemiyorduk da, “ileri teori” diye kodlamıştık yazarken. Kızmıştı. Minik anı, değil mi?

Mistifikasyon! Belki dokümanlarda öyledir. Ama ya yeni kuşağın Afşar hocası?

Geçenlerde Ferit Edgü de göçtü ki niyetim onu yazmaktı. Ama, eski bildirilerimizin başlangıcı gibi, “gün geçmiyor ki…” Kimi koyuyoruz Ferit Edgü yerine? Onun Hakkâri’sini gaz lambasıyla aydınlatacak mı bir Erkan Yücel?

Gidenlere, kaybettiklerimize yanıyor içimiz. Ama ortak anılarımız olan dostlardan çok, aydın yitimine, yerlerini dolduramayışımıza. Her birinden geriye boşluk kalmasına. Aydınlar, sanatçılar gidiyor ve ıssızlaşıyoruz.

Şiirler yazılır, felsefe yapılır, edebiyat sürer gider elbet… Yeni kuşakların da vardır ellerinden tutan belki, bizim bilmediğimiz. Ama hadi geriye bir dönüp bakın, birer okul olan dergilere, birer “rehber öğretmen” olan aydınlarımıza, sanatçılarımıza ve deyin ki, metafizik! Tekrarın imkânsızlığı!

Afşar Timuçin hocam, Ferit Edgü… Bir de, Temel Kerimoğlu’nu kaybettik. Siz, Beyoğlu Sineması’yla tanırsınız onu, ben en uzun süreyle tecritte kalan devrimci olarak; TKP Ses Tiyatrosu’ndayken, İstiklal’de MHP’liler voltaya çıktığında, kulağıma “rahat olun, kapıdayım” derken; herkes adını anmaya korkarken, birlikte Yılmaz Güney’in “Umut” filmi yasağını kırma mücadelemizde hatırlarım. Yerini kim doldurur, söyleyin ve metafizikten kurtarın bu fakiri…

“Aydınlar, sanatçılar gidiyor ve ıssızlaşıyoruz.” Bunu Afşar Timuçin duysa, muhtemelen tokadı yerdim, gıkım da çıkmazdı… Diyalektik be herif derdi, diyalektik! Âna değil, akışa bak!

“Korku bütün yasak bana yasak bana bitmişlik / Bütün yol kavşaklarında dönemeçlerde / Kendimi bir namlu gibi dosdoğru çiziyorum.”

Anmalar, yanmalar, tamam. Şimdi namlu gibi dosdoğru aydınlar, sanatçılar için seferberliğe!

Yitenlerin anılarının, emeklerinin yakışığınca yenilenmesi, komünistlerin boynunun borcudur. Hiçbir şey boşuna değildi, yok öyle metafizik…

Beyaz haritalara mor kalemle hiç görülmedik yepyeni kentler çizme zamanıdır, yırtılmak için yazılmış güzel şiirler karalamanın!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir